28 Eylül 2014 Pazar

PRONTO TUR İLE ORTA AVRUPA (VİYANA-PRAG-BUDAPEŞTE)

SLOVAKYA (BRATİSLAVA)- MACARİSTAN (BUDAPEŞTE)


Prag da ki son günümüz de gezip, yiyip içip eğlenerek geçirdik den sonra sabah Budapeşte’ye doğru yola çıkıyoruz. İlk durak Slovakya’nın başkenti; Bratislava.

Tarihte birkaç kez Çekoslovakya ile birleşen ve ayrılan Slovakya 1 ocak 1993 tarihinde son kez ayrılarak yeni bir ülke olarak tarih sayfalarına adını yazdırmış. Bu ayrılma tamamen barışçıl bir şekilde yapılmış olup ülkenin daha turistik bölümleri çeklerde kalmış, endüstriye daha yatkın bölümler Slovaklara bırakılmış.
Ülkenin bu ufacık başkentinde hem Çek hem Macar etkileri görünüyor. Bu etkileri önce içkilerden anlıyoruz hem şarap hem bira meşhur J Zlaty Bazant meşhur biraları alkolü yüksek tadı güzel.
Ayrıca ördek yemekleri de meşhur. Şehir merkezindeki restoranlar da ördek yemeklerini tadabilirsiniz. Yanında haşlanmış turşuyu andıran bence lezzetli lahana ve kırmızı şarap ile güzel bir tat.

Bratislava da Ördek


Ayrıca Mayer pastanesi çok meşhur. İçeriye girdiğinizde birbirinden lezzetli pastalar dikkatleri üzerine topluyor. Hepsi çok lezzetli, en meşhuru kuş yuvasını andıran, kestaneli Gastanove Heniezdo. Deneyebilirsiniz.
Mayer Pastanesi


Tuna nehri kenarındaki bu şirin başkenti gezmek için 2-3 saat zaman yetiyor.

Şimdiki durağımız Macaristan’ın başkenti Budapeşte. Şehre girdiğimizde saat yaklaşık 17:00 şehir turunu yarına bırakıp doğru otellere gidiyoruz. Yol üzerinde otobüs ile Buda tarafından Peşte tarafına geçerken buda kalesini, zincirli köprüyü şehir meydanını görüyoruz. Merkezde görülecek yerler birbirinden uzak yürüyerek gezmek zor.
4* otel Grand Hungaria, şehir merkezine yürüme mesafesi. 3* otel İbis Aero bu merkeze uzak ama hemen önünde metro var. Metro ile merkez 20 dk. Metro biletinizi ya yerel para ile ya da kredi kartınız ile alabiliyorsunuz. Bunun dışında bizim gittiğimiz her yerde eur kullanabiliyorsunuz. Otel daha önce kaldığımız İbisler gibi; konforlu ve temiz yataklar, sade bir konsepte. Odalar temiz, yakında büyük bir avm var.
Otele eşyalarımızı atıp güneş batmadan şehir merkezine inmeye karar veriyoruz. Metroya gidip nerden inilecek nerden binilecek anlamaya çalışırken bulunduğumuz durağın o esnada tadilatta olduğunu anlıyoruz.  Bir otobüs ile aktarma yapıp merkeze gidecek metronun kalktığı durağa gidiyoruz. Çok karışık değil, birkaç durak sonrada şehir merkezinde metrodan iniyoruz. Sağa sola biraz bakındıktan sonra Andrassy caddesine çıkıp opera binasına kadar yürüyoruz. Akşam saat 18:00 değil biraz daha erken olsa güzel bir opera yada klasik müzik konserine denk gelmemek içten bile değil. Ayrıca biletler çok ucuz. Ama özel bir opera olmadığı için gösteriler en geç saat 17:00 de bitiyor. Vaktiniz varsa bu güzel opera binasında bir gösteri seyretmenizi öneririm.
Bu güzel bina Avusturya-Macaristan imparatorluğu döneminden 1875 yılında yapılmış. Macarlar bir opera binası yapmak istediklerini söylediklerini buna izin verilmiş ama tabi ki başkent Viyana daki opera binasından daha büyük olmamak şartı ile. Viyana da ki opera binasından daha büyük değil ama kesinlikle daha güzel bir bina yapmış Macarlar.
Macaristan da mutfak çok zengin ayrıca bizim mutfağımıza da çok benziyor. Macarlar ile kuzen olduğumuz varsayımı bir anlamdan yemekleri gördüğümüzde de olabilir mi? Diye insanı düşündürmüyor değil. Tabi ki yemek küştürüne çok uzun yıllar Osmanlının kontrlünde olmasıda ciddi etki yapmış. Birkaç örnek vereyim, khachapuri peynirli pide, fırından çıkınca üzerine yumurta kırılıyor yanlarından kopararak yumurtaya bana bana yiyorsunuz. Bizdeki pide ile benzer tad. Langos bizim pişi ile neredeyse aynı, biraz daha büyük üzerinede krem peynir, süzme yoğurt tarzı bir şey sürüp sarımsaklı sos ile yiyorlar. Çok lezzetli. Yine meşhur macar gulaşı, yeniçerinin karavana yemeği, zamanında kul aşı olarak söylenen isim zamanla gulaş olarak kalmış. Etli soğanlı patatesli bir yemek çok matah değil bence, çek gulaşı daha lezzetli geldi bana.


Biz Andarssy caddesinde kaldırımda masaları olan “hacapuri” isimli bir restorana oturuyoruz. Garsonlar inanılmaz ilgili, yemekler bir o kadar lezzetli, şarap hem ucuz hem çok güzel. Birde cadde çok hareketli ve eğlenceli bir cadde, inşaları seyretmek çok keyifli. Bu arada şehrin bir eğlence şehir olduğu çok belli, gece kulüplerine ait hummerlar, içinde party kızları olan lüks araçlar kulüplerin reklamlarını yaparak şehrin en işlek caddesinde turluyorlar.

Yemeğimizi yedikten sonra Tuna nehrinin kenarına inip bu inanılmaz manzarayı seyretmek istiyoruz. Bir marketten içkilerimiz alıp Peşte den Buda tarafına meşhur zincirli köprüden geçerek eşsiz manzara bizi kendimizden alıyor. Şehrin aydınlatması Unesco fonları ile mimarlar tarafından yapılıyor, zaten muhteşem olan binalar birde bu şekilde aydınlatılınca seyretmeye doyamayacağınız bir manzara sunuyor. Karşımızda Buda kalesi, sağımızda Parlamento binası ışıl ışıl. Budapeşte gece “en güzel kıyafetlerini giymiş, makyajını yapmış bir genç kız” olarak anlatılır gerçekten öyle. Hem içtiklerimizin hem de şehrin insanın başını döndüren manzarasının etkisi ile sarhoş oluyoruz. Gecede geç oldu yol yorgunluğunun da etkisi ile gece otelimize aynı yol ile dönüyoruz. Yarın panoramik şehir turu, sonrasında, Esztergom, Szentendre, Visegad turuna katılacağız.

PRONTO TUR İLE ORTA AVRUPA (VİYANA-PRAG-BUDAPEŞTE)

Çek Cumhuriyeti ile tanışıyoruz. (CESKY KURUMLOV - PRAG - KARLOVY VARY - TEREZİN)



Sabah kahvaltısı sonrası otobüsümüzdeyiz. İlk durak Cesky Krumlov. Çek cumhuriyeti topraklarında orta çağ izleri taşıyan bu şirin şehir yapılacak ekstra turu almanızı tavsiye ederim. Şehrin orijinal adı Krumlov muş, Bohemya döneminde başkentlik bile yapmış. Avusturya,  Almanya ve Çekler arasında el değiştirmesi sonucunda Çek Cumhuriyetinde kalmış. Cesky de buradan gelmiş.

ŞEHRİN GİRİŞİ

Şehir dar sokakları renkli evleri Arnavut taşlı sokakları, içinde kıvrılarak geçen vltava nehri ile Unesco dünya mirasları listesine girmeyi hak ediyor. Şehir gerçekten çok küçük eğer amacınız 2-3 gün dünya işlerinden uzaklaşayım kafa dinleyeyim değilse yarım günlük ya da 2-3 saatlik bir tur yeterli olacaktır.

ŞEHİR MERKEZİ VE VEBA ANITI
ŞEHİR MEYDANI

Cesky Kurumlov ile ilgili birçok efsane varmış. Birisi de zamanında meşhur olan simyacıların bu şehirde yaşamış olmaları. Bu simyacıların evlerin üzerine yapılmış motifler ile simya formüllerini yazdıkları da bu efsanelerden birisi.

MOTİFLİ DUVARLAR






Herhalde günümüzde efsane bile olsa simyacıların şehre bıraktıkları en büyük mirasta bu olsa gerek. Biz burada bir şehir turu attık. Ayrıca çek biraları ile tanışmamızı burada gerçekleştirdik. (bira konusuna Prag da detaylı bahsedeceğim). Burada yapılan Trdelnik den tattık. Prag da daha meşhur biz ne olduğunu anlamadan burada yedik sonra Prag dada yedik ama Cesky Kurumlovdaki çok çok daha güzeldi. Trdelnik yuvarlak merdaneye benzer demir bir halkanın üzerine parmak kalınlığında bir hamurun yaklaşık 10 cm sarılması ile oluşan ve şekere batırılıp tatlandırılan lezzetli bir hamur. Çok ağır olmadığı için tatmanızı tavsiye ederim. Çok yemeyin burada yiyecek güzel şeyler var.



Yürüyüp yorulduktan sonra vltava nehrinin kenarındaki cafe-rest.dan birine oturup bir bira içelim biraz bir şeyler yiyelim diyoruz. Biz çok aç olmadığımız için buranın meşhur olan peynir tabağından yiyoruz, dışı daha sert bir kabuk içi yumuşak krem peynirini andıran lezzetli bir peynir kızartması bir çeşit reçel ile birlikte servis esiyorlar. Benim reçelsiz daha çok hoşuma gitti. 2 de bira söyleyip eşsiz Cesyk Kurumlov ve Vltava manzarasında yemeklerimiz yiyip biralarımızı tadarak bu şehre ayırdığımız zamanın sonuna geldik.

KIZARMIŞ PEYNİR





Bu ara da biz yemedik ama burada ördek yemekleri meşhurmuş. Denemek isteyenler için nehir kenarındaki karşılıklı iki restoran önerilir. Ayrıca ördek demişken Bratislava da çok lezzetli ördek yiyebilirsiniz. Otobüse binip 2,5 saat daha yolculuk ile Prag’a varıyoruz.

Prag’a vardığımızda saat 18:00 civarı. Önce otellerimize yerleşip üzerimizi değiştirip rehberimiz eşliğinde panoramik şehir turumuza başlayacağız. 3* otel Fortuna West 4* golf otel. Lokasyon olarak birbirine çok yakın. Aralarında 2 tranvay durağı var. Bu arada otellerin önünden tranvay geçiyor. Şehre yaklaşık 30 dak. Tranvayın numarasını da yazmak isterdim ama hatırlamıyorum sanırım 11 numaraydı. Tranvaylar da Viyana ve Prag da aktif bir bilet kontrolü yok. Yani yakalanma riskini alırsanız kaçak binmeniz çok kolay. Ama olası bir kontrol varsa ve yakalanırsanız 40 eur cezası var. Biz her seferinde bilet ile bindik ama hiç kontrole denk gelmedik. Tranvay biletleri 30 dk, 1,5 saat 1 gün gibi süreler ile satılıyor. 30 dk lık almak en mantıklısı. Tranvaya bindiğinizde biletinizi basmayı unutmayın, bastığınız bileti inene kadar atmayın. Olası bir kontrolde cebinizde biletiniz olsa bile eğer makineye sokulmamış tarih ve saat işlenmemiş ise yersiniz cezayı. Yada aynı şekilde işletmiş bile olsanız sorulduğunda gösteremez iseniz yine aynı cezayı yediniz. Birazda otelden bahsedelim. İnternet oda da yok sadece lobi de. Otel 11 kat tek asansörlü dandik bir otel. Ama odalar fena değil temiz, geniş. Kahvaltı vasatın altındaydı. 4* otelde kalan arkadaşlar ile konuştuğumuz kadarı ile orası çok güzelmiş. Otellerin ikisi de şehir merkezine oldukça uzak dediğim gibi aktarma yapmadan tek tranvay ile gidebiliyorsunuz. Tranvay biletlerini bazı şehirlerde olduğu gibi burada tramvaydan ya da duraklardan alamıyorsunuz belli noktalara nakit ile çalışan makinelerden alabilirsiniz. 3* otel için otel lobisinde satış vardı ayrıca kapıda da makine ile alabiliyordunuz.  Bilet almak için kron şart eur kullanamıyorsunuz.

Prag ile anlatılacak çok şey var. Ben şehre bayıldım. İlk karşılaşmamız akşamüzeri ışıkları ile olduğundan da olabilir. Verdiği manzaralar hem fotoğraflarımdan hem de hafızamdan hiç silinmeyecek.

Hiç bilmediğiniz bir şehre tur ile gelmenin birçok avantajı var. Bunlardan biri şehri tanımaya doğru yerden başlamak, o yere ulaşımı çok kolay şekilde sağlamak. Bizim turumuz şehrin yüksek bölgelerinden birisi olan Prag kalesinden başlıyor.

Prag Kalesi Girişi


Toplu ulaşım ile nasıl gidilir bilmiyorum ama kesinlikle tura buradan başlamak en iyisi. O merdivenleri yürüyerek kaleye çıkmak sonra geri inmek boşuna zaman ve enerji kaybı olur. Avrupa başkentlerinde bolca gördüğümüz ve artık aşina olduğumuz gotik tarzın sanırım en iyi örneklerinden birisi ile de Prag kalesinde karşılaşıyoruz; St Vitus katedrali. Katedral yumruları, girintileri çıktıları, şeytansı figürleri ile gerçekten ürkütücü bir yapıya sahip. Ama akşamüstü ışıkları ile korkudan ziyade görsel bir şölen sunuyor.

St. Vitus Katedrali




Yazının bu bölümünde şehrin görülmesi gereken ve meşhur olan yerler ile ilgili çok detaydan bahsetmeyeceğim. Zaten dediğim gibi hepsi dünyaca ünlü, unesco dünya mirası listesinde (Prag şehrinin eski şehir bölümünün tamamı bu listede) ve buralar ile ilgili çok detaylı ve çok daha doğru bilgileri internetten bulabilirsiniz.
Kaleye Çıkan Merdivenler


Biz eski şehre doğru eşsiz Prag manzarasını seyrederek yürürken yolda rehberimizin yönlendirmesi ile bir türkün işlettiği marketimsi bir yerden eur bozup kron alıyoruz. İlk kazığımızı da yiyoruz. Şehrin içinde herhangi bir bankadan burada bozduğumuzun daha fazlasına bozabiliyormuşuz. Çok fazla bir para bozmadığımız için sorun değil ama siz eğer hafta içi oradaysanız hiç riske girmeden girin bir bankaya gönül rahatlığı ile alın kronunuzu. Buradan dünyanın en güzel gotik köprüsü olan Charles köprüsüne geliyoruz. Hepsi birer sanat eseri olan heykelleri, Arnavut taşlı yolları, altından geçen vltava nehri ile köprü bu ünvanı hak ediyor diyorsunuz.

Düşünceli Bir Osmanlı Paşası Olan Bir Heykel


Köpeğe Dokunursanız Prağa Yeniden Gelirmişsiniz...

Bu arada köprüde ki heykeller orijinal değil, orijinalleri Prag müzesinde sergileniyormuş. Ertesi gün elimizde biralara ile yaklaşık 1,5 saat de geçtiğimiz köprüyü şimdi 15-20 dk da hızlıca bitiriyor, eski şehir meydanına doğru gidiyoruz.

Charles Köprüsünden Vltava Manzarası
Charles Köprüsü



Astronomik saat kulesinin önünde grup ile turumuz bitiyor. Mustafa yine bize kıyak yaparak isteyenler ile 23:00 de saat kulesinde buluşmak üzere bizden ayrılıyor. Yine şanslıyız. Bu seferde Prag da jazz festivali var. Bohemia jazz festivalinin 2. Gününe denk gelmişiz. Dünyanın en güzel meydanlarından biri olan Eski şehir meydanında kurulmuş sahnede Dr Lonnie Smith döktürüyor. Bu fırsatı kaçırmayalım diyerek meydana kurulmuş büfelerden biramızı ve ızgara tavuğumuzu alarak oturacak bir yer buluyoruz (herkes meydana yere oturmuş boş bir yere bizde oturuyoruz) ve bu inanılmaz ambiyasın tadını çıkartarak biraz da nefes alıyoruz.  Yaklaşık 2 saat vaktimiz var.

Meydan


Astronomik Saat Kulesi


Meydan da Kurulmuş Sahnede Jazz Fest.



6-7 saat de yol geldiğimizden yorgunluk kendini hissettiriyor. Bu gece daha fazla ekşın bizi bozacak ama bu yorgunluk bile en sevdiğimiz şeyi yapmamıza engel değil, ara sokaklara dalıp şehri keşfe çalışıyor, yarın nerede yemek yesek nerede bir şeyler içsek market nerede vs dolaşırken saat de 23:00 e gelmiş. Buluşma noktamız saat kulesinin önünde hem grubumuzu hem de saat kulesinin o meşhuuur gösterisini bekliyoruz. Bu arada akşam 23:00 gösterin en uzun sürdüğü saatmiş. Tranvaya binip otelimize gidiyoruz. Yarın grubumuz ile birlikte Karlovy Vary ekstra turu.

Prag da 2 gündüz 1 gece ekstra turu mevcut.  Biz Karlovy Vary’ e katılıp, Terezin-Dresten turunu almadık. Gece de orta çağ gecesini almadık. Yanlış yapmışız. Gündüz turlarının 2’sinide almayıp kendi imkanlarımız ile gidebilirmişiz. Onun yerine Orta Çağ gecesini keşke alsaydık diye pişman olduk. Kendi imkanlarınız ile çok çok ucuza terezin ve Karlovy e nasıl gideceğinizden bahsedelim.

TEREZİNE NASIL GİDİLİR?

Görselliği ile akılınızda kalacak olan Prag müzesinin önünden (burası metronun museum durağı olur) metroya biniyorsunuz.  Buraya tranvay ile geldiyseniz biletinizi de atmadıysanız yeni bilet almaya bir turnikeden geçmeye gerek yok. Aynı bileti kullanabilirsiniz. Metroya geldiniz kırmızı hatta binecekseniz ineceğiniz durakta Holosovice durağı.(bindiğiniz yerden Letnany son durağı olan tarafa giden trene bineceksiniz). Holosovice durağında indikten sonra metrodan inin çevrede belediye otobüsleri var siz bunlara binmeyeceksiniz. Kimseyede bir şey soramayacaksınız çünkü çevredekilerin hiçbiri İngilizce bilmiyor zaten sormanıza da gerek yok otobüs treminali 100-200 m ileride, yolun karşısında görünüyor. Biraz çevrenize bakınırsanız görürsünüz. Buradan 7 numaralı otobüs ile yaklaşık 1 saat de terezindesiniz.  Otobüz bileti 70 krondu terezin kampının girişi 150 kron eğer müzeye de gireceğim derseniz 200 kron. Metroyu da 18 kron diye eklesek yine de turun 5 te 1 ne mal edebiliyorsunuz. Dönüşte de otobüse den indiğiniz yerin hemen karşısında durak var. Saatleri anlamaya çalışmayın çok karışık biz çok beklemedik ama en fazla 40-45 dk beklersiniz diye düşünüyorum.

Karlovy Vary nasıl gidilir derseniz. Aynı otobüs terminalinden oraya da otobüs kalkıyor. Yaklaşık 2 saat sürüyor.


Biz dediğim gibi Karlovy Vary’e tur ile gidiyoruz. Turda öğle yemeği de var. Şehir birkaç saat gezmek için uygun bir şehir. Şehrin girişinde otobüsten inip Ulu önderimiz Atatürk’ün de cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre önce sindirim sistemi rahatsızlıkları nedeni ile kaldığı Carlsbad Plaza hotelin önünde duruyoruz. Duvarda bu otelde kalmış dünyaca ünlülerin isimlerinin yazdığı pirinç tabelalar mevcut.



Şehir merkezine ve yürürken nehrin sağında ve solunda çoğu otel olan hepsi birbirinden güzel binalar arkada yemyeşil tepeler, tepelerin üzerinde siyah bulutlar ile Karlovy Vary canlı bir kart postal gibi karşımızda duruyor.

Karlovy Vary

Karlovy Vary

Karlovy Vary



Burada hediyelik eşyalar ve kesme kristaller meşhur. Ama biz Türkiye de daha iyilerinin olduğunu biliyoruz. Hatıra için ufak tefek bir şeyler alıyoruz ama ciddi bir alışveriş yapmadan şehri turlayıp öğlen yemeğini yiyip otobüsümüze doğru yürüyoruz. Bu arada biz yemeğimizi yerken bir yağmur başlıyor ama ne yağmur… Yağmuru da bahane edip ekstra söylediğimiz biralarımız ile yağmurun dinmesini oturduğumuz restoranda bekliyoruz.
Karlovy Vary’de meşhur bir yemek yok ama Çeklerin meşhur içkisi Becherovka’nın ana vatanı burası.
Becerovka 32 çeşit baharattan elde edilen %38 alkol içiren bir içkidir. Çıkış şekli soğuk algınlığı grip gibi hastalıkların tedavisi için kullanılmak üzere olmuştur. Sonradan işin içine alkolde katılıp içki olarak meşhur olmuş. Tadı güzel lezzetli bir içecek biz yazın gittiğimiz için insanın içini baydı sıcakta ama kışın süper olur kesin. Bu içkiyi yemeklerden sonra sindirimi hızlandırmak yada yemeklerden önce aperatif ve iştah açıcı olarak almak mümkün.

Dönüşte yol üzerinde benim Prag da ki favori biram Krusovice’nin fabrikasın da durup satış mağazasından birer bira daha alıyoruz. Bu mağaza da bardak, anahtarlık gibi hediyelikler de mevcut.
Çek Cumhuriyeti Avrupa da biranın ana vatanlarından biri. Avrupa da ki birası ile meşhur bazı yerleri de görmüştüm. Belçika biralarını, Alman Biralarını, British biralarını yerlerinde tattım. Ancak çeklerin biraları hepsinden farklı ve lezzetli bence.
Bira markaları isimlerini fabrikalarının bulunduğu kasabalardan alıyor.  Bizim gittiğimiz fabrikada Krusovice kasabasında kurulu. Hepimizin yakında tanıdığı pilsner birası da çeklerin icadı, bu biralar pilsner kasabasında kurulmuş fabrikada üretiliyor. Bu markanın ürettiği çeşitlerden benim favori biram Pilsner Urquell. Açık renkli, normal alkollü ve içimi güzel bir bira. Siyah biralardan favorim Kozel. Yine Krusovice nin ödüllü siyah birası da çok lezzetliydi. Biralar ve markalar o kadar çok ki hepsini tatmak hakkında birşeyler yazmak imkansız. Ama bir bira sever iseniz yukarıda biraları kesin tadın derim.

Karlovy Vary dönüşü akşam üzeri otelimizde oluyoruz. Grup akşam ortağ çağ gecesine katılıyor. Biz pahalı olduğundan almadık ve pişman olduk. Çok eğlenceli, lezzetli yemek ve şarapların olduğu bir ortammış. siz giderseniz alın.

Biz bu geceyi kendimiz Prag da dolaşarak geçirmek istiyoruz ve Prag geceleri gerçekten son derece eğlenceli ve hareketli. Saat 19:00 civarı yine eski şehir civarındayız. Biraz sokak gösterilerine takıldıktan sonra çok meşhur olan bir çek pub’ına gidiyoruz. İsmi çekçe U Zlateho Tygra (at the golden tiger). Bu pubın nesi meşhur derseniz. Mekan yaklaşık 500 yıllık 14. Yüzyılda açılmış. Kendi pilsner biralarını satıyorlar. Tek tip bira, tek tip bardak. Fiyatta hali ile aynı 40 kron. Bira Prag da içeceğiniz en muhteşem bira. Alkol derecesi 12 ama içimi yumuşacık. Eğer turistik bir yer arıyor, oturarak yemek yemek ve hizmet almak istiyor, aydınlık ferah manzaralı bir yer istiyorsanız burası kesinlikle size göre değil. Mekan da 3 kişi çalışıyor. Biri fıçının başında hem gelen bardakları yıkıyor (5 bardağı önce deterjanlı suya sonsa duru suya bandırarak :)) hem de bira dolduruyor, diğeri masalara bira servis ediyor, diğeri de yemek servisi yapıyor. Herhalde bir tanede mutfakta aşçı vardır onu görmedik. Biz yemek yemedik. Ama giden tabaklar güzel görünüyordu. Bizim birane yemekleri gibi. Çok ilginç ve kesinlikle gidilmesi gereken bir yer eski şehir merkezine çok yakın.

U Zlateho Tygra


U Zlateho Tygra


Biralarımızı içtik bir gün önce gözümüze kestirdiğimiz İtalyan restoranı Cesa ya akşam yemeği için gidiyoruz. Ayrıca buranın çek gulaşı da meşhur. Ama biz pizza ve makarna tercih ediyoruz. Hem fiyatları hem lezzeti hem servisi hem de bina nın müze gibi olması ile yemekten çok mutlu kalkıyoruz. Burada hesabı eur olarak verebiliyorsunuz para üzerini de eur olarak alabilirsiniz. Ama kur normalde düşük. Kron verirseniz daha iyi.



Restoranın İçi

Restoranın İçi


Yemekten sonra biraz da şansımızı deneyelim diye merkezdeki bir casinoya gidiyoruz. Küçük bir casino, ama çok kalabalık değil. Biraz makinede kol çekerek akşam yediğimiz içtiğimizi bedavaya getiriyoruz J. Aslında bir de striptiz kulübüne gidesimiz var ama gözümüz kesmiyor. Tranvay 24 saat çalışıyor gece 12 den sonra numaraları değişiyor. Ama otelinize rahat rahat ulaşabiliyorsunuz. Yarın yukarıda anlattığım gibi terezine otobüse ile gideceğiz. Çok da geç kalmayalım.


Terezin bir insanlık ayıbının günümüze taşınmış hali. Auschwitz e götürülecek olan Yahudilerin son durağı olarak kullanılıyormuş. Yoğun olarak bir kampmış. Normalde 7.000 kişinin kaldığı terezin de gestaponun eline geçtikten sonra 50.000 kişi yaşamaya başlamış. Bu sebeple de insanlar açlık ve hastalık nedeni ile kırılmışlar. Yaklaşık 16.000 kişi hayatını kaybetmiş. Bunların arasında Sigmund Freud’un kız kardeşi de mevcutmuş.


TEREZİN

TEREZİN



Prag da ki son günümüz de gezip, yiyip içip eğlenerek geçirdik den sonra sabah Budapeşte’ye doğru yola çıkıyoruz. İlk durak Slovakya’nın başkenti; Bratislava.

PRAG İLE İLGİLİ AKLIMIZDA KALANLAR;

1 MUHTEŞEM ÇEK BİRALARI
2 BECAROVKA- ABSENT
3 TARİHİ PUBLAR































4 Eylül 2014 Perşembe

PRONTO TUR İLE ORTA AVRUPA (VİYANA-PRAG-BUDAPEŞTE)


Tur ile ilgili bazı ön bilgileri vereyim. Tura İzmir’den eşim ile birlikte katıldık. Uçağımız saat 13:30 da Sun Ekspres ile direk Viyana’ yaydı. Yerel saat ile saat 14:30 da iniyor ve günü kaybetmiyorduk. Bu durum ben turu aldığım da yani 2 ay önce belliydi. Çok olumlu bir özellik akşam kalkan, aktarmalı olan seferler ile ilk gün balon oluyor. Tura başlamadan ekstra turların hiçbirini almadık. Bu konu ile ilgili yazının devamlarında detayları anlatacağım. Ekstra turların hiçbirisini almaya bilirsiniz- tercih meselesi- ama eğer huyunuzu biliyorsanız orada bir iki tanesini alırım diye düşünüyorsanız hiç ucuza kaçmayın en baştan hepsini alın. Ya da gerçekten hiçbirini almayın. Biz maymun iştahlılık yaptık.  Tura başlamadan kafamızda 3 tur vardı (cesky kurumlov- Bratislava- Karlovy vary) sonra 2 turda orda almaya karar verdik. Hoppp bizim ekstra turlar normalde olandan 20 eur fazlaya geldi ve 1 tanesine de katılmadık. Bizim aldığımız dönemde - 14.07.2014 başlangıç 21.07.2014 bitiş – tur fiyatı 3 yıldızda 349 4 yıldızda 449 eur ekstra turları baştan alırsan 7 tane gündüz ekstra turu 200 eur idi.

Turumuzun startı 14 Temmuz pazartesi günüydü ve ilk kez başıma gelen bir şey oldu. 11 temmuz Cuma günü turumuzda rehberliği ile bize eşlik edecek Mustafa Eren tek tek bütün misafirlere telefon açtı. Kısa bir bilgilendirme yaptı- nasıl gidicez, nerde buluşucaz, hava durumu nasıl olabilir, kıyafet seçimini nasıl yapmalıyız, ayakkabı seçimini nasıl yapmalıyız, ve kendi telefon numarası, sonrada sormak istediğiniz bir şey var mı gibi kısa bir görüşme. Kısa ama insanın içine su serpen “galiba bu adamlar bize ilgi gösterecek” dedirten ve daha önce araştırma şansı olmamış, ilk tur deneyimi olan birisi içinde son derece faydalı bir bilgilendirme. 
Ve 14 temmuz günü geldi,

Sun Ekspres kontuarının yanında PRONTO TOUR standı hazırdı. Rehberimiz ve bir yetkili arkadaş bizi karşıladı biletlerimiz info larımızı verdi.  İlk gidenler heyecanlılar için uçağa binmeden rehber ile tanışmak insanı rahatlatabilir.  hava alanında uçağımız sorunsuz kalktı aynı şekilde bir aksaklık olmadan Viyana’ya indi. Uçak inişinde rehberimiz yine oradaydı basit bir hava alanı olduğunda kendimiz pasaport kontrolüne geldik valizlerimizi aldık ve toplanıp otobüsümüze doğru yürüyüşe başladık. Otobüs otokar marka sanırım 35 kişilik falan çok büyük olmayan (ama en küçüklerden de değil) sıfır km, koltuk araları çok geniş olmayan ama temiz ve kliması düzgün çalışan genel olarak güzel bir otobüstü.


Viyana’ ya hoş geldik….


Otobüste genç ama tecrübeli rehberimiz Mustafa Eren mikrofonu aldı, bilgilendirmelerine başladı, klasik tur bilgileri, pasaportunuzu yanınıza almayanın, güvenlik önemli vs vs. ama hepsi çok faydalı ve ihtiyacımız olan bilgilerdi. Bu yazıda sık sık Mustafa Eren ile ilgili olumlu şeylerden bahsedeceğim çünkü çocuk gerçekten tatilimizin iyi geçmesi, bir sorun olmaması için elinden geleni hatta fazlasını yaptı. Sezarın hakkını Sezara vermek lazım ama değil mi?


Viyana da opera binasının önünde otobüslerimizden indik.   Yaklaşık 35-40 dk bir yürüyüş ile Aziz Stephan Katedrali ‘ne kadar yürüdük. Burada yol üzerinde meşhur zaher tortenin (sacher torte) mucidi  zaher pastanesini (hotel sacher) gördük. Ama tatma işini sonraya bırakarak devam ettik. Grup genel olarak acıkmış olduğu için burada 1 saat yemek için serbest zaman verdik. Biz burada aç olmadığımızdan Katedralin içini görmek istedik. Bu katedral ile ilgili söyleyebileceğimiz en önemli şey klişe çanı olabilir. Bu kilisenin çanı Osmanlının Viyana kuşatmaları sırasında bıraktıkları topların eritilerek yapılmış olması. Yani Türk Malı denebilir J.  

Kısa katedral turumuzdan sonra tuna nehrinin kolu olan nehre doğru yürümeye devam ettik. Burada sağ tarafta 2 tane dondurmacı var. Köşedeki daha büyük bir dükkan içeride en az 50 çeşit dondurma mevcut. Viyana da meşhur olan bir ürün de süt ürünleri ve buranın dondurması. Bizim yediğimiz yerin adını hatırlamıyorum ama köşedeki büyük dondurmacı değil hemen 50 m aşağıdaki Eis Greissler  daha lezzetli ve meşhur (lezzet farkı ayırt edilemeyecek kadar az ama kesinlikle daha meşhur) burayı önündeki 10 m kuyruktan anlarsınız dondurmanızı 15 dk beklemeden alamazsınız. Yine bu civarda viyana denince akla gelen diğer klasik Fidl Müller yani ilk Viyan da yapılan şinitzelci mevcut. Gerçek den çok lezzetli ve doyurucu. 2 kişi biri kadeh şarap ile yaklaşık 50 eur ya yiyebilirsiniz. Tavuk, domuz ve dana alternatifleri de mevcut.  Domuza çok karşı değiliz ama biz dana olanı tercih ettik.  Zamanımız doldu buluşma yerimizde grup zamanında buluştu. Kafamda ki 2. Soru işareti de böylece çözülmüş oldu. “insanlar saate dikkat ediyor mu? Gurup uyumlu mu?” Şimdilik evet.

Buluşmadan sonra rehberimiz Mustafa hem Viyana'nın özelliklerini hem de bulunduğumuz nokta da ki binaların heykellerin caddelerin tarihi özelliklerini anlatarak Demel Pastanesine kadar bizi getirdi. Burası da zaher pastanesi kadar ünlü ve eski. Zaher tortanın da kendilerine ait olduğunu iddia eden bir pastane. İddia etmesinin sebebi de bu pastanın ustasını zamanında transfer etmiş ve orijinal tarifin kendilerinde olduğunu söylemeleriymiş. Burada tadamadık. Ama diğer pasta çeşitleri süper görünüyor. Bir özelliği de imalat bölümünü görebilmeniz, bazı tüyolar alabilmeniz.
Buradan Holfburg hanedanın ve Maria Teresa’nın da bir dönem kullandığı Holfburg Sarayının içinden geçip Maria Teresa meydanın geliyoruz. Maria Teresa demişken kendileri Maria Antoinette’nin (ekmek yoksa pasta yesinler sözü ile tanınan) annesi olur. Meydanın 2 tarafında birbirinin ikizi olan meşhur Viyana Ulusal Tarih Müzesi Viyana Ulusal Sanat müzeleri bulunmakta. Buradan sonra belediye binası parlamento binasını görüp otobüsümüze biniyoruz. Sonraki durak Belveder Sarayı bahçesi ve yapısı ile ilgili birçok detay var. Meraklılar araştırabilir. Gördüğümüz yerlerin tamamı hatta şehrin tamamı bir sanat eseri gibi. İnsan bakmaktan dinlemek den kendini alamıyor.
Burası son duraktı otobüslerimiz ile otellerimize gidiyoruz. Bizim grubumuzda 8 kişi 4* 23 kişi 3* otelleri tercih etmiş. Sanırım biraz da bundan önce 4* da kalacak arkadaşları bırakıp 3* lı otele geliyoruz. Mustafa bizden önce girip anahtarlarımızı almış. Sırayla bizlere dağıtıyor. Hiçbir sorun olmadan odalarımıza yerleşiyoruz. Otelimizin adı ALLEGRO VİEN.  Odalar inanılmaz büyük temizliği kahvaltısı gayet düzgündü. Ertesi gün yürüyerek geldik, şehir merkezine yürüme mesafesi yaklaşık 35 dk civarındaydı.
Ertesi gün normalde katılmayı düşünmediğimiz viyana ormanları, mayerling av köşkü, see grotte, sönbürün (okunduğu gibi yazdım) sarayı ve hunterwassel turunu aldık. Çok detaylı anlatmayacağım gitmesek de olurdu diye düşünsek de Hunterwassel evleri, Şönbürün (schönbrrun) sarayı ve See grotte madeni ve maden gölü çok güzeldi ve viyana ya gitmişken görülmesi gerekir diye düşünüyorum. Tur dışı ulaşım zor olabilir. Birbirine yakın yerler değil. Schönbrrun sarayından kısaca bahsedeyim. 2. Viyana kuşatmasında Osmanlı çadırları ve ordugahı için stratejik olan bir alan olması için epey bir ağacı keserek sarayın bulunduğu araziyi kendilerine açmışlar. Kuşatma başarısız olup geri çekildiklerinde Viyanalılar bu boş dev araziyi görüp buraya ne yapsak diye düşünmüşler. Adamlar eski şaman dinlerinden gelen alışkanlıkları nedeni ile ağaç kesmiyorlar bu sebeple her taraf orman. Bu kadar büyük alana dev gibi bir saray yapmaya karar vermişler. Ve Schönbrrun sarayını inşaa etmişler. Saray hem bina olarak devasa asıl bahçeleri dev gibi. İçinde mandalina bahçeleri seralar vs vs vs gezmekle bitme ihtimali olmayan dev bir alan olarak bulunuyor.
Turumuz saat 16:00 civarı bitti. Otobüs ile isteyenleri şehir merkezine bırakıp birkaç saat zaman verdiler. Bu zamanı yeterli bulanlar belirlenen saatte ve noktada buluşarak otellerine otobüs ile bırakıldı. Bu tamamen Rehberimizin ulaşım sorunu yaşamamak için organize ettiği ve bir çok kişinin çok işine yarayacağı bizimde dönüş için kullanmasak da alkışladığımız bir hareketti. Benzer hareketler tur içinde birçok kez tekrarlandı.  
Biz bu serbest zamanda ilk gittiğimiz şehirlerde yapmayı en çok sevdiğimiz şeyi yaptık; sokak sokak dolaştık, gördüğümüz marketten büfeden suyumuzu biramızı çikolatamızı sosislimizi (burada bir parantez açayım viyana nın sosislileri efsane…  Benim gördüğüm tüm sosisli büfeleri türk. Domuz ile aranız yoksa direk Türkçe sorabilirsiniz. Size helal olanı gösterecektir. ) alarak yorulduğumuzda parklarda çimlere oturma uzanma suretiyle dinlendiğimiz bir şehir turu attık.
Akşam için yapılacak ne var diye çok araştırmamıza fırsat kalmadı. Çünkü bizim gittiğimiz dönem Viyana Film Festivali vardı. Belediye binasının bahçesine dev bir ekran önüne de yüzlerce sandalye atarak bir açık hava sineması yaratmışlar. Ama ne sinema önünüzde dev gibi ihtişamlı ve büyüleyici Belediye binası, arkanızda tüm dünya mutfaklarının ve içkilerinin yer aldığı bir panayır alanı… Bizim olduğumuz gün de ki gösterimde Emir Kustrika konseri arkasında da Zaz konseriydi. Arasak araştırsak bu kadar mükemmel bir bir gece organize edemezken kendimizi içinde bulduk. Hem en ucuzundan yedik, sarhoş olana kadar içtik. Hem de müthiş bir müzik ziyafeti çektik. Gece otelimize yürüyerek döndük yorucu ama çok güzel bir günü bitirmiş olduk. 

Ertesi gün Prag.


Viyana dan aklımızda kalanlar;
1-saraylar- en azında şehir içinde bulunan 2 sarayı görmelisiniz Schönbrunn ve Belveder sarayı.
2- kahve- viyana usulü latte çok güzel. Yanına sachertortte ile aklınız da kalır. Demel pastanesini de deneyin.
3- Hunterwassel- hunterwassel vilage ve karşısında bulunan değişik mimari evler görülmeli
4-fidl müller de şinitzel seven sevmeyen herkezi lezzeti ile bayıltır

5- dondurma ama Eis Greissler  de.















3 Eylül 2014 Çarşamba

Bir Günde Edinburg

5.gün 19 mayıs 2014 Pazartesi 
Sabah saat 07:15 de Kings Crros İnternational Train Station dan Edinburgh’a doğru yola çıkıyoruz. Bir Günde Edinburgh turumuz başlıyor. Biletlerimizi seyahatimizden yaklaşık 2 ay önce aldık. Zaten biletinizi belli bir süreden öncede alamıyorsunuz sanırım 90 gündü. Biz 2 kişi gidiş dönüş 90 pounda almıştık. 

Trenin Otobüs' göre epey artısı ve bazı farkları var tabi;
·     Burada koltuk numaralarımız var. Koltuklarımızı bilet alımında seçmiştik.
·      Aldığınız internet çıktısı ile direk binemiyorsunuz, gişeye gidip biletlerinizi almanız lazım
   Trende yemek vagonu var, sabah kahvaltısı için taze atıştırmalıkları çay kahve bira vs bulabiliyorsunuz,
·    Her koltuğun yanında prizler var telefonlarınızı şarj edebiliyorsunuz (bu otobüste de vardı)


Bindiğimiz tren hızlı trenlerin içinde ortalama hıza sahip bir trendi. Çıktığı max hız 160 km oldu. Bu şekilde Edinburgh’a 4,5 saat de geldik. Birde bu güzergahta gerçek bir hızlı tren çalışıyor. Onun fiyatları yaklaşık 2 katı. O tren ile çok daha konforlu ve hızlı bir yolculuk yapabilirsiniz.

Yolculuktan kısaca bahsettikten sonra, hayallerimizin şehri Edinburgh’ dayız. Edinburgh’a tren ile geldiyseniz ulaşım diye bir derdiniz yok. Gar şehrin tam ortasında. Garın sağ tarafı princes st., tam karşısında scottish national gallery, Galerinin kuzeyinde, yani arkasında Edinburgh Castel’ı görebiliyorsunuz. Burası yürüyerek yaklaşık 10 dk alıyor.

Garın Çıkışında information oficeler mevcut buradan harita gibi ihtiyaçlarınızı alabilirsiniz.

Bizim Bir Günde Edinburgh programımız National museum ile başlıyor. Londra' daki müzelerden sonra küçük, sade, ama yine binanın mimarisi, insanı kısa bir tur atmaya davet ediyor.


Buradan yönümüzü Edinburgh Castel’ı ve Castel Hill’e  çeviriyoruz, Bir Günde Edinburgh gezimide 2. Durağımız Edinburgh Kalesi.



Daha asıl yerlere gelmeden sokağın içine girer girmez sizi bir orta çağ havası sarıyor. Bizim ilk girdiğimiz ara sokak mound caddesinin devamı oldu, karşımıza Ramsey House çıktı. Oralar için çok sıradan olsa da ilk görüşte çok çarpıcı görünüyor. Ramsey House önünden kısa bir yürüyüş ile Castel Hill’e varıyoruz İlk şok burada, karşımızda William Walles. Adam remsen Mel Gibson’un biraz göbeklisi, yüzü gözü boyalı epey benziyor. :)



Edinburg kalesine doğru yürürken bir sokaktan okçular diğerinden atlılar çıkacak havası var.

Tarihin doğanın bu kadar mükemmel korunduğu bir yerde insanında kendini bir masalın içinde hissetmemesi mümkün değil. Bu tarz müthiş korunmuş yerleri görünce neden bizde böyle değil diye isyanediyor insan. İngilizler yada Avrupalılar gökdelen yapmayı bilemiyor mu, kocaman kocam iş merkezleri yapmak onlar için çok mu zor, tabi ki değil… neyse,


Kalenin girişi kişi başı 20 pound biz ücretsiz olarak gidebildiğimiz yere kadar gidip kalede bir wc molası verip kaleden aşağıya royal mill’e doğru yürüyüşe başlıyoruz.



Bu arada İskoçlar ve ile ilgili kısa bir bilgi vereyim, İngilizler kadar kibar değiller, daha soğuk daha Sakin bir millet, bir yere oturduğunuzda menü istemez iseniz akşama kadar gelmeyebilir. Yada yine bir cafeye girdiğiniz nereye oturalım diye sordunuz, gelen cevap nereye istersen oturabilirsin olabilir. Bu davranışları aslında kabalık olarak yorumlamamak lazım. Daha düz bir millet. 



Bizim gittiğimiz tarih itibari ile hava henüz tam ısınmamıştı zaten hiçbir zaman tam ısınmıyormuş. En fazla sıcaklık yazın 25-30 arası oluyormuş.



Bir gün önce Londra da hava 24 derece güneşliydi. T-shitler ile gezdik. Bugün hava 16 derece ve bulutlu. Üzerimde ince bir mont almak iyi geliyor. Çok klasik bir bilgi olacak belki ama yanınızda yağmurluğunuz olmadan gelmeyin. Biz henüz yağmura denk gelmesek de her an yağacak gibi duruyor. 



Edinburgh’a gelmeden önce İskoç sularının çok lezzetli olduğunu Viskilerin de bu sebeple çok iyi olduğunu duymuştum. Sokaklarda serbest akan sular görüp tadamadık ama aldığımız şişe sularının menşei Scotland olanları seçtik. Tadı güzel ama çok abartılacak bir kadar değil diye düşünüyorum.



Bir Günde Edinburgh turumuza devam ediyorum, önce castel hill sonra royal hill de bir tur atıp random sokaklara dalacağız 2-3 saatlik programımız bu şekilde. Amaaaa gezi tatil dediğimizde aklına yeme içme gelen benim gibi biri İskoçya ya gelip ne kadar viski varsa tatmadan dönerse gitmiş sayılmaz. Yol üzerinde birkaç tane “viski deneyimi” yazan dükkan var birisine giriyoruz. 1 saatlik viski turları var. Bu turlarda hem tadım yapabiliyor hem de viski yapımı ile ilgili bilgi alabiliyorsunuz. Bizim Bir Günde Edinburgh turu olduğu için o kadar zamanımız yok. Ama katılmak isteyenler için fiyatı 50 pound civarı. Biz dükkanın satış bölümü de birkaç viski tadıp 2 şişe yanımıza alıyoruz. 5 cl lik küçük tadım şişelerinde de 2-3 tane alıp yolda durdukça içeriz diye düşünüyoruz. İskoç viskileri ile ilgili çok detaya girmeyeceğim. Onun için belki ayrı bir başlık ile bir yazı daha yazılabilir. Ama 5 bölgede üretilen viskiler o bölgelerin özelliklerine göre isimlendiriliyorlar. İskoçya da bu bölgelerde yaklaşık 120 tane damıtım evi bulunuyor. Chivas j&b gibi markar viski üretmez bu damıtım evlerinden aldıkları viskileri harmanlayarak üretim yaparlar. Bu yüzden gitmişken aldığınız yada tattığınız viskilerin harman olmamasına dikkat edin, aynı hasadın ürünü olan aynı fıçıda dinlendirilmiş viskileri tatmak biraz daha keyifli oluyor. Benim favori türüm smoke yani hafif tütsülü tadı olan viskiler oldu. Bayıldım 2 şişe aldım.

Bir Günde Edinburgh turumuza devam edelim. Kalenin önünden devam eden bu 2 cadde sağında solunda orijinal görülecek yerler ile yaklaşık 500 m gidiyor. Biz caddenin sonuna kadar gördüğümüz ara sokaklara gire gire, yarım saatte bir durup viskilerimizden bir yudum içip devam ediyoruz. Bu arada Edinburgh da diğer meşhur şey kurabiye ve malum İskoç battaniyesi, kurabiyeden alıp tadıyoruz. Tadı güzel fiyatları pahalı değil alınabilir. Ama battaniyeler çok pahalı hatıra olsun diye mendil kadar bir battaniye alalım dedik 15 pound dediler almadım. Gelince uşaktan alırız diyip devam ettik J
Bir Günde Edinburgh turumuzun ortasına geldik karnımız acıktı, gitmeden ne yenir diye bakmıştım çok önemli bir şey görememiştim. Rastgele bir İtalyan restoranına girip pizza yiyoruz. Fiyatlar makul 2 kişi 17-18 pound bir hesap geliyor.

Bu arada bir konu daha, İskoç poundu şekil olarak İngiliz poundundan farklı. Ancak değer olarak bir farkı yok. Londra dada kullanabiliyorsunuz. Ancaak tube gişeleri gibi makinelerde geçmiyor. Hatta bazı kafeler de bu neymiş almayız diyip önce bir itiraz ediyorlar. İskoç poundu diyince kabul ediyorlar. Siz yine de yanınızda çok İskoç poundu bırakmayın Londra da sıkıntı olabilir.

Bir Günde Edinburgh turumuzda yönümüzü Calton Hill’ e çeviriyoruz. Daha önce dediğim gibi Edinburgh da önemli noktaların çoğu yürüme mesafesi. Yine burasıda bulunduğumuz yerden yaklaşık 2-2,5 km 15-20 dk yürüyüş ile varıyoruz. Edinburgh da kuzey denizini gördüğümüz tek yer burası hava bulutlu olmasına rağmen manzara çok güzel. Yüksek sayılabilecek bir yer olduğundan çıkarken hafif bir yorgunluk oluyor. Tepede bankta oturup kalan viskilerimizi bitiriyor. Aşağıya yürüyüşe geçiyoruz.








Saatler ilerliyor daha uğranacak 1-2 noktamız kaldı ama hem yol hem de yürüyüşün yorgunluğu iyice hissedilir hale geldi. Gördüğümüz güzel manzaralar, içtiğimiz harika içkiler enejimizi arttırıyor.

Bir Günde Edinburgh turumuzda biraz alışveriş caddeleri olan Queen st. Princes st.George st. de turluyoruz. Dönüş trenimiz saat 18:30 da kaçırma heyecanı yaşamamak için bu güzel şehre istemeye istemeye veda ediyoruz. Dönüş için yolda atıştırmalık bir şeyler için son durak M&S uğrayıp trenimize biniyoruz. Oda ne alırken dikkat etmemişiz 4 lü koltuktan bilet almışız. Karşımızda 2 kişi olacak diye biraz canımız sıkılıyor ama Allahtan tren çok dolu değil karşımızda 1 kişi ile yola çıkıyoruz.

Varışımız saat 00:00 de olacak. otele gidişimiz 01:00 i bulur. Epey de yorulduk yarın Oxford planımızı biraz hafifletmemiz lazım.