Roma'ya inişimiz yerel saat ile 13:00 de oldu. Sorunsuz rahat
bir yolculuktu. Pasaport için bence uzun ama roma için hiçte uzun olmayan bir
sıraya girdik. Birçok ülkenin pasaport sırasının aksine burası gayet düzenli ve
çalışanların çok olduğu bir hava alanıydı. Pasaport sırasında Yunanistan
vizemiz ile sorunsuz geçip bagajımızı almak için konveyör banda geldik. Her
seyahatte aklımıza gelen korkulu rüya bu sefer başımıza geldi. Serap'ın bagajı
çıktı ama benimki çıkmadı. Uzun bekleme kayıp kaydı işlemleri vs sonrasında tam
alandan çıkacaktık ki ne göreyim… Valizim sanki annesini arayan yavru kedi gibi
bir köşede beni bekliyor. Çok sevinerek terminalden çıktık. Ama bu seferde 4
eur ekonomi yapayım diye aldığım otobüsün saati geçmiş. Bu firmaya ait diğer
otobüste 1 saat sonra. Tren ile Terminiye yarım saatte 28 eur verip gitmek mi,
yoksa 1 saat bekleyip hiç para vermeden, 1 saatte otobüs ile Terminiye gitmek
mi arasında karar vermem gerekti. 28 eur’ya 1,5 saat kazanmayı tercih edip tren
ile gitmeye karar verdik. Havalanı-Termini toplu ulaşımı için otobüs ve tren
seçeneklerinin 2’si de kolay ulaşabilir yollar. Tren yarım saatte gidiyor bir
kişi 14 eur. Otobüs 1 saatte gidiyor 1 kişi 6 eur. Otobüs biletini internetten
önceden alırsanız kişi başı 2 yada 3 eur avantaj elde edebiliyorsunuz. Ama bu
avantaja değmez çükü birden fazla otobüs firması var. O esnada hangisi uygun
ise ona binmek en doğrusu. Bana sorarsanız özellikle Havaalanından şehir
merkezine gidişte tren kullan çünkü vakit değerli.
Bu sefer otel olarak 4 yıldızlı şehir merkezinde birçok
noktaya yakın bir otel tercih ettik. Erken rezervasyon ve pahalı sezonda
gitmediğimiz için 3 gece kahvaltı dahil 2 kişi 1.200 tl verdik. Bence gayet
uygun bir fiyattı kahvaltısı müthişti, odalar geniş konumu süperdi. Otelin ismi
Rome Time Hotel. Ayrıca şehir merkezine ana ulaşım noktası Termini’ye de yürüme
mesafesinde.
Temini’den otelimize geldik, biraz dinlendikten sonra
akşamüzeri hem bir şeyler yiyelim hem de çevre turu atalım diye dışarı çıktık.
Dolaştığımız noktaların detaylı tarihçelerini genelde
buradan aktarma taraftarı değilim. Sonuçta Trevi Fountain’in tarihi hakkında detay
yazabilecek bilgiye sahip değilim, o iş biraz daha kopyala yapıştıra dönüyor.
İnternette merak ettiğiniz yerler, yapılar için sonsuz sayıda bilgiye ulaşabilirsiniz.
|
Trevi Fountain |
Otel merkezde olduğundan bir vasıta kullanmadan Trevi
Fountain (aşıklar çeşmesi) gittik. Hava kararmış ve kalabalık oldukça fazlaydı.
Ne olursa olsun bu çeşme gibi daha önce defalarca kez filmlerde, fotoğraflarda
vs gördüğünüz meşhur yapıları canlı canlı karşınızda görünce içinizde güzel bir
his oluyor. Sanırım bu his insana sürekli yeni yerler görme isteğini aşılıyor.
|
Trevi Fountain |
Süper bir yapı kalabalık selfi vs derken gündüz gözüyle bir kez daha görmek
üzere Piazza Novana ya doğru yürüyoruz. Yolumuzun üzerinde antik romadan kalma
muhteşem bir tapınak olan Pantheon bulunuyor. Başından geçen onca badireye
rağmen hala sapasağlam ve görkemli. Kocaman bir kubbesi var. Kubbenin tepesi güneş ışığı alması için açık bırakılmış. İnsan yağmur yağdığında içeriye su dolmuyor mu diye düşünmeden edemiyor?
|
Pantheon |
|
Pantheon İç |
|
Pantheon Kubbe |
Pantheon’un yanından Pizza Novano’ya doğru yürürken
tapınağın yan tarafında küçücük bir dükkanda (İl Panino İngegnoso) İspanyol tapaslarına benzer küçük
ekmek dilimleri üzerine soslar ile atıştırmalıklar hazırlayan süper tatlı bir
dükkana denk geldik. Burada durup 2 bira bir tapak atıştırmalık ile yola devam
ediyoruz. Mekanda mezeleri hazırlayan hanım efendide çok sevimli. Durup atıştırmanızı
öneririm.
Okuduğum yazılarda Piazza Navona için kalabalık ve cıvıl
cıvıl insanlardan bahsediliyordu. Şubat olmasından dolayı olsa gerek bugün
neredeyse bomboş sadece bizim gibi boş sezonu tercih etmiş 20-30 turist vardı.
Bu durum bazen güzel bazen sevimsiz bir his uyandırabiliyor. Ben bugün rahat
rahat heykelleri inceleyip fotoğraf çekebildiğim için boş olması hoşuma gitti.
|
Piazza Naovona |
|
Piazza Navona |
Artık iyice acıkıp buraların en iyi pizzacısı olabilecek
Baffetto’ya (Pizzeria Baffetto) doğru yürüyoruz. Kapıda 8-10 kişilik bir sıra
var. Rezervasyon almıyorlar. Burada yiyeceksen kapıda bekleyeceksin kısacası.
Beklerken yaptığımız sohbette bu sıranın hiçbir şey olduğunu yazın 2 saat
civarı bekleyenler olduğunu öğreniyoruz. 2 saat beklemeye değer mi derseniz
değer. İçerisi son derece salaş, aynı bizim pide fırını gibi bir fırın, başında
da “hacı abi memleket nere?” diyesinizin
geldiği aynı bizim oralardan gelmiş gibi bir İtalyan pizzacı duruyor.
Masalar mekanın küçük olmasından dolayı oldukça samimi. Yan masadaki pizzalara
bir el atasınız geliyor J
bu arada pizza dışında birkaç İtalyan atıştırmalığı da mevcut ama ben hakkımı
sadece pizza ile kullanıyorum. Baffetto nun karışık pizzasından söylüyoruz. 2
de bira. Burada hiçbir şeyin standartı yok. Pizzalar daha yeni elde açıldığı
belli olacak şekilde hafif yamuk. Kenarları güzel bir kızarmış ekmek kokusu
verecek şekilde yanık. Kısacası gerçekten iyi bir pizza. Kesin gidin.
|
Pizzeria Baffetto |
|
Pizzeria Baffetto |
Yemeğimizi yiyip kalktıktan sonra tatlılar için yakınlardaki
pastanelere bakıyoruz. Bir tiremisu birde adını bilmediğimiz kremalı bir tatlı
yeniden Piazza Novana ya geliyoruz. Burada oturup meydanın ve çevredeki
binaların ihtişamını izleyerek tatlılarımızı da yedikten sonra ilk gün için
yeterince dolaştığımızı düşünüp otelimize dönüyoruz.
Mevsim şubat hava durumu da yağışlı gösterdiğinden sabahki
havanın durumuna göre gideceğimiz yerlere karar veriyoruz. Hava durumu yağışlı
göstermesine rağmen güneşli açık bir hava olmasını fırsat bilip açık havada
yapacağımız turumuzu yapmaya karar verdik. Öncelikle yine otele yakın olan
Piazza Venezia da bulunan Vitoria Emanuele II anıtını görüp buradan otobüs ile
Campo De Fiori meydanına gidiyoruz. Piazza Venezia meydanında bulunan Traianus Column (traianus sütünu) kesinlikle görülmeye değer. 119 yılında yapılmış ve neredeyse 1.900 yıldır ayakta duran bu sütun imparator Traianus adına muhteşem zaferleri kutlamak için yapılmış. Tarihçesini ve hikayesini okumanızı tavsiye ederim.
|
Traianus Colmn |
|
Vitoria Emanuele II Anıtı |
Otobüsten inip Campo De Fiori'ye doğru yürürken yol üzerinde Leonardo da Vinci gördük. Hem burayı gezmeyi planlamadığımızdan hemde Rome Pass kartın burada geçmemesinden içeriyi gezemedik. Ama müzenin avlusunda sergilenen Leonarda eserleri bile oldukça ilgi çekiciydi.
Gece gündüz çok hareketli olan Campo De Fiori Pazar günleri hariç, gündüzleri birde Pazar kuruluyor. Orijinal peynir, sos ve
makarnalar tadıp satın alabileceğiniz güzel bir Pazar bu. Bizde buradan 4 tane
sos alıyoruz, gerçekten çok lezzetli. Bu güzel meydanda bir cafede oturup birde
kahve içip Colosseuma doğru yola çıkıyoruz.
|
Campo De Fiori Pazar kahve molası |
|
Campo De Fiori Pazar Soslar |
|
Campo De Fiori Pazar ev yapımı makarnalar |
|
Campo De Fiori Pazar |
Campo De Fiori'nin çok yakınında olan Largo Torre Argantina kalıntılarına doğru yürüyoruz. Roma da her yer açık hava müzesi her yer tarih. Buranın tarihteki önemi, M.Ö 44 yılında Jül Sezarın manevi oğlum dediği Brütüs tarafından ölüdürüldüğü ve meşhur "sendemi Brütüs" sözünü söylediği yer olması. 3 ayaklı sütun da yine ayakta kalan önemli yapılardan.
|
Largo Torre Argantina |
|
Largo Torre Argantina |
|
Largo Torre Argantina |
Colloseum'a gelmeden size Roma Pass Kart hakkında da biraz bilgi
vereyim. Bu kartın asıl amacı toplu ulaşım araçlarından ücretsiz yararlanma,
birçok müzeye giriş önceliği sağlaması. Ayrıca kartı aldıktan sonra gireceğiniz
ilk 2 müze de ücretsiz. İlk kullanımdan sonra 2 gün boyunca toplu ulaşımdan
ücretsiz yaralanabiliyorsunuz. Kartın fiyatı 32 eur. Toplu ulaşım kullanacak,
en az da 2 müze gezecekseniz, bu müzelere Collosseum da dahil, bu karttan
kesinlikle edinin. Belki toplamda 4-5 eur daha pahalıya geliyor olabilir ancak
size kazandırdığı zaman inanılmaz. Eğer 2 den fazla sayıda müze gezecekseniz
zaten kesinlikle alın. Kartı otobüs yada tramvaya bindiğinizde bir yere
sokmanız yada göstermeniz gerekmiyor. İlk kullandığınız esnada kartın üzerine
tarih ve saat yazmalısınız. Tabi ki bir kontrol olmadığı sürece bu tarihi ne
kadar geç yazarsanız o kadar iyi ama bu riske girmeye de değer mi bilmiyorum.
Kart Vatikan Müzelerinde geçerli değil.
Campo De Fiori den Colosseum’a otobüs ile gidiyoruz. Nasıl
olsa ücretsiz mantığı ile 1 durak bile olsa otobüse binip enerjimizi idareli
kullanma derdindeyiz. Tabi bakmadan sormadan bindiğimiz otobüslerden biri bizi
hedefimizden uzaklaştırmış olsa da bu hatalı bindiğimiz otobüsün bahanesi ile
Ponte Garibaldi köprüsünden geçerek Tiber Nehri kıyısında kısa bir yürüyüş
yapıyoruz. Avrupa şehirlerinde şehrin ortasından akan bu gibi nehirlere
bayılıyorum. Tabi insanların Allah’ın kendilerine bir hediye olarak verdiği bu
nehirlere ve doğal güzellikle hak ettikleri değeri verecek düzenlemeleri
yapmaları böyle düşünmemizi sağlıyor. Bizde olsa ………. yapardık klişesini yapmayayım.
Bizde var nasıl rezil ettiğimiz ortada.
|
Tiber Nehri |
Colosseum’a geldiğimizde girişte kış mevsimi olmasına rağmen
uzuuuuun bir sıra görüyoruz, sonrada bir tabela da Roma Pass kart sahipleri
için bir yönlendirme. Bu yönlendirme ile 1 dk bile sıra beklemeden Colosseum’a giriyoruz.
Kartınız yoksa en az 1,5 saat sıra bekleyip kişi başı 8 eur ödeyip giriş
yapabilirsiniz.
Colosseum’u anlatabilecek bir kelimeler yok. Bence muhteşem.
İçeride nispeten hızlı bir tur atmamıza rağmen 2 saat civarı zaman geçiriyoruz.
Tabi bu zamanın içinde uygun anda selfi çekmek için yaptığımız beklemeler de
dahil.
Colosseum’dan çıktıktan sonra hemen karşıda Roma Forumu
mevcut. Oldukça büyük bir alan. Kendinizi kesinlikle zamanda yolculuk yapıyor
gibi hissediyorsunuz. Roma Forumunun bence en kötü yanı girdiğiniz noktaya
yakın bir yerden çıkış yapmanız. Bu durumda önce en sona kadar yürüyüp sonra
tekrar geri yürümeniz anlamına geliyor.
Yaklaşık 2 saat de Roma Forumunda zaman geçirdikten sonra
akşamüzeri oluyor. Tüm enerjimiz tükenmiş olarak otele dönüyoruz. Otelimiz
buradan 10 dakikalık bir yürüme mesafesinde. Bugün akşam dışarı çıkacağız
detaylarını az sonra anlatacağım hayatımda gördüğüm en güzel Jazz kulübüne
gidip, hayatımda gördüğüm en sıcak ve samimi Jazz grubunu dinleyeceğiz. Barın
adı Gregory’s Jazz Club. Konser saat 22:00 de başlayacak. Rezervasyonu Roma’ya
gitmeden yapmıştım. Rezervasyonsuz yer bulma ihtimaliniz sıfır. Giriş kişi başı
20 eur. Rezervasyon için internet sitesinden mail ile yapabilirsiniz yada
telefon açabilirsiniz. 2 katlı ufak bir clüp. Konser saat 23.00 de başlıyor.
İsterseniz daha erken gelip yemek yiyebilirsiniz. Biz o gece yemek tercihini
İspanyol Merdivenlerinde atıştırmalıklar olarak değerlendirmek istedik. Bu
arada İspanyol merdivenlerinde oturup yemek yemek yasak J. Ben teşebbüs ettim nerden
çıktı anlamadım 2 güvenlik görevlisi yanımıza gelip uyardılar.
Yemek için İspanyol merdivenlerinin karşısındaki sokaklarda
birçok alternatif bulabilirsiniz. Ancak bunların tamamı daha ziyade turistik
yerler. Bu sebeple çok özel bir yemek aramamak lazım. Tabiki de pizza makarna
olayı burada da oldukça lezzetli. Yine bu dükkanlardan tatlı alabileceğiniz
güzel yerler mevcut. Önünde sıra olan yerleri tercih ederseniz çok
yanılmazsınız.
Yemekleri yakınlardaki banklarda hızlıca yedikten sonra daha
konser için birkaç saatimiz var. Bu süreyi Piazza Del Popolo meydanında bir
cafe de oturarak geçirmek için meydana doğru yürüyoruz. Roma da her sokak müze,
her bina tarihi eser gibi. Yol üzerinde dikkatimizi çeken kiliseler binalar
çeşmeler ile karşılaşmanız çok olağan. Bu sebeple bu şehirde mümkün olduğunca
yürüyerek gezmek gerekli.
Del Popolo meydanına geldiğimizde hızlı bir yağmur başlıyor.
Çok detaylarına bakmadan meydana bakan bir cafeye oturup bir şişe lazio şarabı
söylüyoruz. Fiyat 20 eur. Yağmur, meydan, insanlar izlemesi çok keyifli. Burası
için belirtmek istediğim konu fiyatların uygunluğu servisin sıkıcılıktan ve
ısrardan uzak ancak bir o kadarda ilgili ve alakanın olduğu bir servis olması.
Normalde Serabın alkol ile çok arası yoktur. Birer kadeh şarap sipariş
edecektik ancak ayıp olur diye düşünüp bir şişe söyledik. Bizden sonra yan
masalara oturan ve sadece su içip kalkan insanları görünce bu endişemizin de
yersiz olduğunu fark ettik. Tabi birde bu durumu yazın insanlar kapıda sıra
beklerken gözlemlemek lazım…
Konser saati yaklaştı, yağmurda durdu. Artık yavaş yavaş
Gregory’se doğru gidiyoruz. Mekana geldiğimizde rezervasyon kontörlünden sonra
üst katta bize ayrılmış bölüme geçiyoruz. İnanılmaz dar ve ufak bir ortam
olduğu için 1 kişilik alanı bile değerlendirmişler. Biraz sıkışık hissi verse
de müzik başladıktan sonra buna değer diyorsunuz. Eğer bir gece değişik ne
yapsak diye düşünüyorsanız kesinlikle burayı denemelisiniz. 23:00 de başlayan
konser müthiş performanslar ile saat 01:00 de bitiyor. Otele burayada yürüme
mesafesinde. Yoğun keyifli yorucu geçen günün sonunda dinlenme zamanı geldi.
Yarın da çok işimiz var. Gündüz Vatikan, akşam st Angelo…
Beklediğimiz yağmur bugün yüzünü gösterecek gibi duruyor. Bu
sebeple Vatikan turunu doğru güne almışız. Vatikan’a ulaşımı metro ile rahatça
yapabilirsiniz. En merkezi olması nedeni ile Termini istasyonundan Battistini
yönüne giden kırmızı hatta bindiğinizde Vatikan’a çok yakın bir nokta olan
Lepanto durağında inerek
gidebilirsiniz. İndiğinizde yön tabela vs aramaya gerek yok kalabalığı takip
ederek Vatikan’nın duvarlarına ulaşabilirsiniz. Biz öncelikle Aziz Petrus
Bazilikası ile turumuza başlamak istedik. Kış ve boş bir sene olmasına rağmen
bazilikanın giriş sırası Piazza San Pietro meydanı içinde bir yarım ay yapacak
kadar uzundu. Pass kartın burada bir önceliği olmadığını bilsek de güvenlik
noktasına doğru sıraların yanından “acaba öncelikli bir sıra varmıdır” diye
bakmak için yanaştık. O da nesi 20-30 kişinin olduğu sebepsiz bir şekilde
insanların orada sıraya girmediği bir sıra daha gördük. Türkiye de
yaşadığımızdan kaynak yapma konusunda istemesek de sevmesek de bir içgüdüsel
yatkınlığımız var. Sanki hep orada bekliyormuş gibi sıraya girdik beklemeye
başladık, Aziz Petrusun kadrolu delisi olduğunu düşündüğümüz bir amcada bizi
teşvik eder el hareketleri ile burada sıraya girebileceğimizi anlatarak bizden
sonra uzun bir sıranın burada da oluşmasını sağladı. Sonuç olarak min 2 saat
bekleyip gireceğimiz bazilikaya 15 dakika bekleyip giriş yaptık. buraya giriş
ücretsiz sadece çanta ve üst araması yapılıyor. Yiyecek içecek sokmak yasak.
ancak her turistin çantasında olabilecek su, sandviç kraker gibi basit şeylere
de ses çıkarmıyorlar.
Aziz Petrus Bazilikası’nın içi çok etkileyici. Birde Roma ve
Vatikan’ın beni en çok etkileyen noktası buralara gelmeden çok severek
izlediğim birçok filmde geçen yerleri şimdi canlı canlı görüyor olma hissi.
Aziz Petrus Bazilikası’nın içindeyken tavandaki Mikalenjelo
çizimini seçmeniz ve anlamanız mümkün değil. Buraya gelmeden önce bu figürün
daha büyük olduğunu düşünmüştüm. Yanılmışım. Bizim yukarılara çıkma niyetimiz
zaten vardı, şimdi yakından görmek istediğimizden biraz daha arttı.
Aziz Petrus Bazilikası’nın kubbesine çıkma konusunu
anlatmadan önce kısa bir bilgi vereyim ben 110 kg 195 cm boyunda iri yarı
biriyim. Bugüne kadar herhangi bir klostrofobi gibi fobim yoktu.
Aziz Petrus Bazilikası’nın öncelikle bazilikanın içini
görebileceğiniz 1. Katına, sonrada kubbenin dışından ön tarafta muhteşem bir
Roma ve Piazza San Pietro manzarası, arka tarafta Vatikan Bahçeleri ve Sistina
Şapelini kuş bakışı seyredebileceğiz 2.
Katına çıkıyorsunuz. İlk kat için kişi başı 4 eur karşılığı asansör
kullanabilirsiniz, devamı için tek seçenek, inanılmaz dik, inanılmaz dar,
merdiven aralıkları 5 cm olan, tutunacak hiçbir yer olmayan, yer yer
bulunduğunuz yeri daha da bir dar yapan üzerinize doğru kavislerin geldiği,
bilmem kaç basamağı çıkmanız gerekiyor. Merdivenlerin bu kadar dar ve benim
cüssem nedeni ile tırmanmanın zor olmasına ilave birde önünüzde arkanızda sizi
itekleyen çekiştiren insanların olması durumu daha da bir çekilmez hale
getiriyor. Bu duygular ile yaklaşık 15-20 dk süren tırmanışın ardından gözüm ne
manzara gördü ne Piazza San Pietro gördü, ne kalabalık gördü. Aklımdaki tek şey
buradan nasıl tekrar aşağıya ineceğimdi. Şaka bir yana gelmişken görülmeden
tecrübe edilmeden gidilmemesi gereken bir yer. Naçizane önerim, kesinlikle ilk
bölümde asansör kullanın zaten ikinci bölüm canınıza okuyacak ve mümkünse sırt
çantanızı yanınıza almayın zaten çok dar ve zor olan bir yer birde ekstra yük
ile uğraşmamış olursunuz.
|
Merdivenleri Çıkarken Ben |
Aziz Petrus Bazilikası’nın içinde belli belirsiz
seçebildiğimiz Mikalenjelo’nun tavan resmini 1. Kattan biraz daha iyi
görebiliyorsunuz.
Yukarıda soluklanıp manzarayı seyredip biraz soğuduktan
sonra kaçınılmaz sona, iniş yoluna başlıyoruz. Tahminimden daha kolay bir iniş
oluyor. İnişte tek sorun basamakların darlığı; ayağımın sadece 5 te 1’i
basamakta, kalanı boşlukta. Yavaş yavaş ilk katın olduğu boşluk terasa kadar
geliyoruz. Burada küçük bir büfe var; su, kahve bira, ufak tefek
atıştırmalıklar mevcut.
Aziz Petrus
Bazilikası’ndan çıktıktan sonra Piazza San Pietro da birkaç fotoğraf çekip
Vatikan Müzelerine doğru devam ediyoruz. Bu arada yağmur başlıyor ama açık
alanda bir işimiz olmadığı için sorun değil.
Vatikan müzeleri için ilk girdiğimiz kapıdan çıkıp
Vatikan’ın yüksek duvarları yanından yürüyerek arka taraftaki Müzeler girişine
ulaşıyoruz. Bu arada yolda bir sürü bilet yada rehberlik satmaya çalışan insan
ile karşılaşacaksınız. Çok dikkate almayın hatta yaka kartları takım elbiseleri
vs ile görevli gibi sizinle ilgilenebilirler peşlerine takılmayın. Müze girişi
içinde zaman zaman uzun kuyruklar olmaktaymış. Bizim gittiğimiz gün sıra yoktu.
Biletimizi alıp içeriye girdik. Burada ilgi alanınıza göre günler haftalar
geçirebilirsiniz. Binanın eşsiz güzelliği sergilenen eserlerin güzelliği sizi
bir büyünün içine alıyor oradan oraya gezdiriyor. Eğer normal giriş yapıp
olması gerektiği şekilde giderseniz müzenin içindeki tüm salonları gezmiş
oluyorsunuz. Sadece bir tur atıp ilginizi çeken yerlerde bir iki dakika zaman
geçirseniz bile müzedeki turu tamamlamanız 2 saatten önce olamaz. Çok keyifli
bir yarım gün geçirdikten sonra çok yorgun ama çok mutlu olarak müzelerin
kafesinden kahve alıp bahçede kahvemizi içip gördüklerimizi sindirmeye
çalışıyoruz. Akşam oldu istikamet otel biraz dinlenelim son gecemizi geçirmek
için yine şehir merkezinde dolaşacağız.
Otele gelip dinlendikten sonra gündüz görme şansımız olmayan
St Angelo Kalesine doğru yürüyoruz.
Bizim bulunduğumuz noktadan yani Piazza Navona tarafından St Angelo
Kalesine bir köprü ile geçiyorsunuz. Bu köprünün Prag da ki Charles köprüsüne
benzediğini okumuştuk. Burasıda en az onun kadar gotik ve heykeller ile süslü.
Charles Köprüsü kadar güzel diyemeyiz belki ama süper diyebiliriz. Köprünün
sonunda da akşam ışıklandırması ile muhteşem görünen St Angelo Kalesi muhteşem
seyir zevki veriyor. St Angelo Kalesine geldiğimizde yan taraftan görülen
yüksek bina Aziz Petrus Bazilikası. Bu
noktadan Vatikan’ın bu kadar yakın olacağını düşünmemiştim. Yürüyerek de
programa eklenebilecek bir mesafe.
Yanımızdan akan Tiber Nehri, nehrin üzerinde St Angelo köprüsü, karşımızda muhteşem St Angelo Kalesi, arkamızda Aziz Petrus insan bırakıp gitmek istemiyor. Her zaman böyle durulara hazırlıklıyız çantamızdan 2 bira çıkarıp nehrin duvarında manzaranın tadını biraz daha çıkarıyoruz.
Karnımız acıktı havada biraz serin karanlıkta bizi mest eden
bu bölgenin gündüz nasıl göründüğünü merak ederek, şehrin içine doğru, yemek
yiyeceğimiz, rezervasyon istemeyen ama içerisi de kalabalık olan bir yer
arayarak yürüyoruz. Tarif ettiğim gibi yerleri rahatça bulabilirsiniz Roma da.
Ne yesem? lezzetli midir acaba? Soruları roma için bir sorun değil. Ne yeseniz
lezzetli ve pişman olmuyorsunuz.
Roma'ya vedayı Pantheon Katedralinin karşısında bir restoranda yapıyoruz. Şarap ve 2.000 yıllık manzara başınızı döndürmek için yeterli.
Tatilimizin sonuna geldik. Güzel bir uzun hafta sonu oldu.
Kısaca hava alanı ulaşımından da
bahsedeyim. Hava alanına yine Termini İstasyonundan otobüs ile gidiyoruz.
Havaalanı otobüslerinin bulunduğu yer istasyonun dışında yan tarafta tek bir
perondan oluşuyor. Ön taraftaki belediye otobüslerinin bulunduğu alanda değil.
Sanırım 4-5 firma var. Biri hariç hepsi 6 eur. Ucuz olan da sanrım 4 eur. Ama
önünde sıra var. değmez. Trafiksiz bir günde otobüs ile havaalanına 45 dakikada
ulaşabiliyorsunuz.