Bir gün önceki Cardiff gezisinden bir fire verdik. Sevgili narin kelebek karıcığım national exsperesin buzhaneden hallice otobüsüne dayanamadı. Sabah şiddetli bir baş ağrısı halsizlik ve mide bulantısı ile kalktı. Tatilden önce "sakın hasta olma kenidine iyi bak yoksa seni otelde bırakır yalnız gezerim" diye tehditler savuruyordum. Ama tabi ki iş ciddiye binince beraber cumartesi gündüz programımızı iptal edip otelde oturmaya başladık.
Yine forumlarda okuduğumuz ve sakın yanınıza şunu almayın bunu almayın aman ha ilaç götürmeyin uyarılarını allahtan dinlememişiz, yanımızda atı uyutacak kadar ağrı kesici, her türlü bulantı kesici, vs vs ilaç stoklarımız sağlamdı. İnsan böyle durumlarda kendini biraz çaresiz hissediyor. Neyse çok uzatmayalım, öğlene kadarki programı iptal edip otelde dinlenmemizin ardından kendisini biraz daha iyi hisseden karım ile otele çok yakın olan westfield avm ye gidip çorba gibi hafif bir şeyler ile bir öğlen yemeği alıp kendini nasıl hissedeceğini test etmeye gittik. 1500 tane dünya mutfağı restourantının içinde çorba içebileceğimiz bir tane buluyoruz. Onunda ne çorbası olduğunu bilmiyoruz "günün çorbası". Yine şanslıyız günün çorbası domates çorbası gibi bir şeymiş. Hem tadı güzel hemde hafif. Hafif öğlen yemeğinin ardından bir kadına vitamin etkisi yaratacak bir güzergah teklifi yaparak kendisini daha iyi hissetmesini sağlıyorum. "Oxford street'e gidelim istersen biraz alışveriş yaparsın" cümlesinin ağzımdan çıkması ile karıcığım bir anda avına pençesini atmak üzere olan kaplan gibi dinamikleşiyor :)
Aktarmasız tek tube ile meşhur oxfort street deyiz. önce bir tarafa sonra diğer tarafa caddeyi boydan boya turlamaya başlıyoruz. Ama karım gerçekten hasta galiba hiç bir şey almıyor Neyse ailemizin yedek alışverişçisi olarak ben devreye giriyorum birkaç poundluk t-shirtler ile oxforda gittik alışveriş yapmadan döndük dedirtmiyoruz. Cadde bizim bağdat caddesine benziyor ama bence bağdat cadddesi daha güzel. Bildiğimiz markalı mağazalar sıra sıra dizilmiş, hatta bazıları 200 m ara ile birer mağaza açarak şanslarını arttırmaya çalışmışlar. Fiyatlar bizim gittiğimiz mevsimin indirim dönemi olmamasından da kaynaklı olabilir hiç de uygun değil, top man tarzı mağazalarda tshirtler 10-15-20 pound civarı, h&m de keza aynı. Sezon fiyatları ile karşılaştırdığımızda bile Türkiye de daha ucuzlarını bulabiliyoruz. Meşhur markaların arasında dikkatimizi bir tezgah çekiyor, ananas suyu satan bir yol üzeri tezgah. Daha önce bu şekilde ananas suyu içmemiştim. Deniyoruz, "lan bu muymuş tepkisi" ile genede son damlasına kadar bitiriyoruz.
Oxfort streete doğudan batıya turladıktan sonra yönümüzü Regent Street'e çeviriyoruz. Oxford streete göre mağaza kalitesi birkaç çıt artıyor burberry falan başlıyor. Çokta ilgilimi çeken bir durum yok. Ama insanların lükse olan merakı bir kez daha dikkatimi çekiyor. Yol üzerinde Apple Store var güzel büyük bir mağaza hem telefonumuzu şarj ederiz hem biraz otururuz diye giriyoruz. Oda ne herkes bizimle aynı şeyi düşünmüş oturacak yer yok. Tabi dükkan büyük üst katta falan yerler müsait. Biraz soluklanıp pili doldurup, birde wc işini hallediyoruz. Bu da ayrı konu. Londrada ciddi tuvalet sıkıntısı var. Parklar ve alışveriş merkezleri dışında açık tuvalet yok. Yemek yediğiniz yerlerde gelse de gelmese de bir kontorol etmekte fayda var. Bununla birlikte açık olan tuvaletlerde son derece temiz ve ücretsiz.
Regent Street'in sonuna kadar keyifli bir yürüyüşün ardından, meşhur Piccadilly meydanı ve Eros heykeli
Birkaç fotoğraf ve yine ufak bir dinlenmenin ardından ayaklanıyoruz. Burada bir parantez açıyorum. Londra da çikolatada meşhurmuş. Bir Belçika yada Almanya kadar karakteristik değiller belki ama bir tarzı mevcut. Piccadilly circusa çok yakın meşhur bir tanesi var. Adı La Maison Du Chocolat farklı ülkelerin çikolatalarını istediğiniz miktarda alıp tada biliyorsunuz ayrıca taze çerezlerde bulmanız mümkün. Güzel tatlar deneye bileceğiniz bir yer. Piccadilly den yine en az onun kadar hareketli ve görülmeye değer Leicester Square e geliyoruz. İlginç derece hareketli bir meydan, çok turstik olmasının yanında (turistik olma sebebi bence bir bağlantı noktası olması) londralı insanlarında uğradığı geçtiği takıldı bir yer, trafalgar meydanı, chine town, soho, covert garden gibi birçok popüler noktasının ortasında kalmış küçük hareketli sıcak bir meydancık.
Burada Londrada yaşan üniversiteden arkadaşımızın Baharımız ile buluşacağız, buluşma noktası da M&M. Biz içeride şekerdi bilmem neydi alışveriş yaparken durun almayın markette de de aynıları var hemde yarı fiyatına uyarıları ile yanımıza gelen arkadaşımız ile buluşuyoruz. Şeker kovalarında özgürce aldığımız şekerleri aynı coşku ile müsait bir yere bırakıp sadece üzerinde figür olan bir paket şekeri alıp çıkıyoruz. Artık bir rehberimiz ve onunda bir arkadaşı var. Oh be rahat rahat gezelim... Gezdir bizi bahar diyip taklılıyoruz peşlerine.
Önce Chine town,
Yemek için bu akşam başka bir planımız var, burada sadece biraz keşif yapacağız. En çok ilgimi vitrindeki ördekler çekiyor. Kesin bir akşam yemeğinde gelmeliyiz kararını veriyoruz. Küçük bir marketten meşhur kısmet kurabiyelerinden birer tane alıp, rotamızı Trafalgar meydanında çeviriyoruz.
Tabi her gelen ile gezdikleri için gönüllü rehberlerimiz bizi National Galleri nin kapsından bırakıp çıkınca arayın diyor ve uzaklaşıyorlar. Birde ekleme yapıyorlar tabi, siz sanatçı gezgin değil öylesine gezginsiniz çokda oyalanmayın içerde. Gerçektenden sanat dan tablodan bişey anlamayan insanlar için pek birşey ifade etmeyen, ancak dünyanın en meşhur sanatçılarının (leonardo da vinci bölümü benim en çok ilgilimi çeken kısımdı) en meşhur eserlerinin sergilendiği bir müzeden rekor hızla çıkıyoruz (gene 1 saate yakın kalmışızdır) :). National Gallery de sergilenen eserler kadar binanın kendisi de muhteşem. Bu muhteşem binanında bulunduğu meydan, Nelson anıtı, anıtın bulunduğu sütün ve meydanı her saat dolduran çeşit çeşit milletten insan ile gerçekten etkileyici. Bu meydan da zaman zaman etkinlikler konserler olabiliyormuş. Biz Londra da bulunduğumuz sürede 3 kez geçtik 1 tanesinde sadece renkli bir eylem vardı. Gözlerimiz toma aradı biber gazı aradı, hatta refleks olarak gaz maskesi bile aradı ama hiçbiri yoktu tabi ki.
NATIONEL GALLERY |
Neyse trafalgar meydanını sevdik, güzel fotoğraflar çektik, artık acıktık. Arkadaşlarımız ile buluşup onların önerileri ile bir protekiz zincir restourantı olan Nandos a gidiyoruz. Burada sadece çeşit çeşit pişirilmiş tavuk var. Ayrıca çok orjinal farklı derecelerde acı soslarıda süper, bu soslardan istdeğiniz kadar alıp masanıza getiriyorsunuz. Tavuk falan diyince ben ne yalan söyleyim önce buraraya kadar geldik tavukmu yiycez diye aklımadan geçirmiştim ama tavuklarımız gelip tadına baktıktan sonra iyiki gitmişiz dedim. Izgara yarım tavuk, süper nandos sosları ile gerçekten bir ziyafet oldu. Kişi başı yaklaşık 10 pounda tıka basa doyduk.
Artık ingilizlerin "pub" ları ile tanışma zamanı. Cumartesi olması nedeni ile tüm mekanlar tamamen dolu. İnsanlar içkilerini almışlar kaldırımlarda pubların önlerinde taklıyorlar.
Londralıların bir tarzı var bu tarzı her şeylerine yansıtıyorlar, eğlencelerine de, mekanlarına da. İçeride yüksek sesle açılmış tvler tüm tvlerde premier lig maçları. Bir yandan bu gürültüde bağırarak sohbet edenler, diğer yandan maç izlemeye çalışan ve yine bağıra bağıra sohbet eden diğerleri. Sonuç olarak herkes eğleniyor, kimse diğerinden rahatsız olmuyor. en önemlisi de kimse diğerini rahatsız etmiyor.
Bu akşamda bir kaç çeşit bira tadıyorum. Gazsız siyah birların doğduğu yerde bu biraları denemedin olmaz (bu tarz birayı ilk üreten marka GUİNNESS, bir irlanda markası, fabrikası dublin de sonuç da Britanya ya ait bir lezzet) İçimi bildiğimiz biralardan farklı, görüntüsü sanki kapuçine gibi, siyah köpük köpük, tatları daha acı, mideyi daha az rahatsız ediyor. Ama yinede benim favorilerim arasına giremedi. Denediğim marklara Porter-Stourt-Guinness. Benim beğendiğim marka sırassına göre yazdım. Gittiyseniz denemek gereken markalar bence.
Diğer denemeler Cider biraları ile yapıyoruz. Tadları şampanya, veyve şarabı, bira arasında. Tat da bu kadar değişiklik varken içimi ve servise değişik, buz ile içiyorlar. Alkol oranı %5 i geçmiyor. Yani tam olarak atıştırmalık diyebileceğiz tarzda. Cider'ı beğendiğimizi söyleyebilirim. Favori markalarım, Bulmers-magners-carling oldu. Birde m&s kendi mağazalarında sattığı ciderler vardı ama bu 3 marka kadar iyi değildi.
Yemek bira derken gündüzkü hastalığı unutum geceyi ettik. Covert gardendan leicester square daki tube geliyoruz. Şansımıza tube kapalı, bu bir işaret heralde diyip hemde bahane ile bir tur atmak için yürüyerek oxford st gidiyoruz. Yürüdüğümüz bölümleri Gece manzaralarıda harika. Barlardan çıkıp otellerine giden turistler, yada başka barlara giden ingilizler, ışıklı reklamlar, vs vs. bu yürüyüş iyi geliyor. Artık hastalıktan eser yok.